Hüznün insan doğasının en güçlü ve tanımlaması en zor duygulardan birisi olduğunu düşünmüşümdür hep. Hüzün ulvî bir duygu. Belki de insanın hayatı kılcal damarlarına kadar hissetmesini sağlayan bir duygu. İşte bu hüznü tanımlaması zor bir duygu yapıyor. Ben hüznü açıklayabileceğimi zannetmiyorum. Bu 2 mısra halime tercüman olur sanırsam:
‘Ben o nağmeden müteheyyicim ki, ( Gönlümü teheyecanladıran nağmeyi)
Yoktur ihtimali terennümüm.’ ( İhtimali yok seslendirmenin)
Belki ben bu duyguyu ifade etmekten aciz olabilirim. Fakat kemandan çıkan sesler hüznü o kadar güzel ifade ediyor ki bir söz etmeye gerek kalmıyor. Kemanı ağlatan adam olarak da bilinen Farid Ferjad’ın eserleri ( Ki bu ülkesine girmesi yasak edilen bir sanatçının hüznünün eseridir) açıkçası benim içimdeki hüznü anlatmaya yeter. Gündüzün telaşının ve yorgunluğunun ardıdan gelen gecenin verdiği hüzün kadar Farid Ferhad da içime aynı oranda hüzün veriyor. Hatırlayın akşamları semaya baktığınızda içinize dolan o hüzünlü huzuru.
Hüzünden bahsediyorum çünkü hüzne olan ihtiyacımıza inanıyorum. Bulduğumuz yerde sarılmamız lazım ona. Eşyalara ve hadiselere bakışınız değişiyor. Her şey durağanlaşıyor. Rüzgarın ruhunuza üflediği bir name doluyor sanki içinize. Bazen memleketinden ayrı düşmek, bazen geçmişini hatırına getirerek derin bir iç çekmek, bazen yalnızca ufuklara bakıp düşünmek hüzün oluyor sizde. Kalbin bir dili olsa ilk hüzün diye bağırırdı. Göz kelime şeklinde ağlasaydı hüzün diye ağlardı. Hüzün de ete kemiğe bürünse ilk insana sarılırdı. Arıyoruz hep birbirimizi aslında. Arayıp arayıp da bulamadığımız, bulamadığımızda ise hüzünlendiğimiz, hüzünlendiğimizde ise amacımıza ulaştığımız bir duygu... Ne güzel değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder