Bir hapishanenin dört duvardan,parmaklıklardan, E tiplerinden, F tiplerinden falan oluşmasını beklersiniz. Yanılırsınız. Modern hapishaneler artık tüm bunların dışında da varlığını sürdürüyor.Hem de hiç uzağa gitmeden. Eviniz hatta kendi eylemleriniz bile, en basmakalıp tabirle zihninize giydirilmiş prangalardır artık.
Altona Mahpusları tam bu noktada modern hapishanenin en çarpıcı örneklerinden biri olarak karşımıza çıkmakta.Diktatör bir babanın bir evi tutsaklığa çevirişi Sartre'nin usta imgeleminden,yoğun bir o kadar da sade felsefesinden ve sanatçı duyarlılığından harman olup önümüze serilir.
Baba,oyunda en küçük basamakta otoriteyi temsil eder. Aile geleneklerine son derece bağlı, geleneklerin bozulmaması için her türlü hileye başvuran bu adamın güçlülerin güçsüzlere hizmet etmesi gerektiğini savunması ise gözlerden kaçmaz.
Büyük oğul Frantz 2. Dünya Savaşında savaşmış bir Nazi askeridir ve savaşın yarattığı yıkım ve vicdan azabıyla kendini bir odaya hapseder. Bu savaşa girmesine babası neden olmuştur ve babasını, benliğini makineye dönüştürmekle suçlar. Yalnız babasını değil, kendini, savaşı ve dünyayı sorgularken varoluşçu bir felsefeyle bizi baş başa bırakır. Kendi varoluşunu tamamlarken sürekli sorular sorar,yaşamı anlamsız bulur ve eylemlerinin sorumluluğunu kabullenir. Savaşa hiç uymayan ruhu, artık onun için bir azaptır.
Savaş olgusunun politik düzlemi bizi hiç ilgilendirmez fakat savaşın
insanlık dışı oluşu yadırganamaz bir gerçektir. Filler tepişirken altında
ezilen bizler savaşın neresindeyiz? Savaşın sıradan insan üzerine bıraktığı etkiler neler? Oyun okura bütün bunları sorgulatırken sarsılmaz sandığımız aile
kurumunun da otoriter tavrı karşısındaki insanı irdelemekte.
Aklıma Goethe'nin bir sözü geldi :
YanıtlaSilBöylelikle zindanların duvarlarına güzel resimler, gönül açıcı manzaralar yapan mahpuslara benziyoruz . Ah kardeşim bunu düşündükçe aklım duruyor .