Hayvan Çiftliği kitabıyla yazın yaşamında büyük bir ivme kazanan George Orwell 1984 adlı yapıtıyla bu başarısını zirveye taşımıştır. Esere 1984 isminin verilmesini,1948 yılında tamamlanmasına bağlayabiliriz. Fakat sembolik bir isim olduğunu düşünüp üzerinde kafa yormamakta fayda var.
1984 bir anti-ütopyadır. Sembolik
anlatımın tercih edildiği romanda yazarın yarattığı 'Big
Brother' karakteri uzun yıllar baskıcı liderler için kullanılacak
bir kavram olmuştur. Big Brother karakterinin kim olduğu,eserin kim
için yazıldığı,komünizme karşı bir saldırı mı yoksa yanlış
politikalarla komünizme zarar veren liderlere bir serzeniş mi olduğu
uzun süre tartışılmış ve Orwell'a her camiadan bir kaftan
biçilmiştir.Bence kitabı sınırlandırmak ve ille
bir şeylere bağlamak, birileri için pay çıkarmak hem Orwell'a
hem de 1984'e saygısızlık olacak ve kitap amacından
uzaklaşacaktır.
1984, geçmişte olduğu gibi günümüzde de
dünyanın birçok yerinde oluşan diktatör yönetimlere karşı
yazılmış evrensel bir kitaptır. Eserin farklı dillere çevrilmesi
ve geniş yankı uyandırması da bunun göstergesidir. Eğer olay
sadece bir lideri eleştirmek veya herhangi bir ideolojiye saldırı
olsaydı şu an kitap çoktan tozlu raflarda çürümeye terk
edilecekti ama yazarın zamanı aşması ve dünyayı sınırları
kaldırarak görebilmesi sayesinde kitap hak ettiği ilgiyi
görmüştür.
1984 adlı romanda Orwell kötü ütopyanın en güzel örneklerinden birisini vermiştir. Romanda dünya Okyanusya,Avrasya ve Doğu Asya olarak üç kutba ayrılır. Özünde birbirinden pek de farklı olmayan bu üç güç sürekli savaş halindedir. Bu güçlerin dışında ufak özerk bölgeler de vardır ama bunlar sadece savaşa bahane olarak kullanılır. Amaç özerk bölgeleri ele geçirmek değil, savaşın kendisidir. Savaşlar hükümetleri besleyen ve halkı korkutup düşünmekten alıkoyan en iyi yoldur.
Big Brother Okyanusya'nın lideridir. Halkın kurtarıcısı olduğunu değişik metotlarla topluma kabul ettirir. Sonra da kendi dünyasını kurar. Kurduğu dünyada insanlar farklı düşünmek gibi bir özgürlüğe sahip değildir. Her yerde asılı olan 'Büyük Birader Seni İzliyor' yazılı posterler,partinin baskıcı tutumu,buna uymayan insanlara uygulanan ağır cezalar,her yeri izleyecek kapasitede oluşturulmuş kamera sistemi ve daha birçok farklı yöntemle toplum kontrol edilir. Buna ek olarak partinin sloganı da ilgi çekicidir. ' Savaş barıştır. Özgürlük köleliktir. Bilgisizlik güçtür. ' Amaç,insanların beynindeki her şeyi silmek,düşünemeyen ve hissedemeyen tekdüze bir toplum yaratmaktır. Bunu oluşturmak isteyen iktidarın en başta silmesi gereken üç güç vardır: Barış,özgürlük ve bilgi.
Farklı düşünceler barış ortamında yeşerir. Savaş ise insanları tek yumruk yaptığı söylense de çoğu zaman tek düşünceli yapar ki bu, savaşın kendisinden de tehlikelidir.Tabi düşünen insanlara göre böyle. Gücü elinde bulunduranlara göre ise bulunmaz bir nimet. Büyük Birader bu yüzden ülkeyi sürekli savaşa sokar. Savaşlarla ilgilenen Sevgi Bakanlığı ve savaş sonrası tarihi yeniden yazan Doğruluk Bakanlığı vardır. Savaşla insanları bir arada tutmayı başaran Büyük Birader özgürlüğü engellemek içinse ayrıca gayret eder. Her yerde bulunan kameralar,ürkütücü posterler,binaların arasında helikopterle gezerek düşünce suçlusu avına çıkan polisler,partinin görüşlerine ters düşen insanların öldürülmesi gibi özgürlüğü engelleyici unsurlar Okyanusya'yı ayakta tutmak için gerekli gibi gösterilerek insanları gün geçtikçe daha düşünemez hale getirir. Son olarak da bilgiyi yok etme konusunda adımlar atılır. Bilen insana boyun eğdirmek zordur ve bilgili insanın isyan etmesi diğerlerine nazaran daha yüksek ihtimaldir. Bu yüzden bunu engellemek için yenikonuş adıyla bir dil üretilir. Dil olabildiğince kısıtlanır. Dilin sınırlarının düşüncenin de sınırları olduğunu bilen Büyük Biraderin amacı düşünceyi kısıtlamaktır. Ayrıca Doğruluk Bakanlığının sürekli tarihi olayları değiştirmesi de insanların tarihi bilmesini imkansız kılar. Bu şekilde Büyük Birader barış.özgürlük ve bilgiyi yok ederek baskıcı dünyayı kurar. Buna ek olarak medya gücüyle kendisini yüceltir,güce karşı koyanları hain ilan eder. Düşüncelerine karşı çıkan ve gizli bir örgüt olarak çalışan Goldstein ve yandaşları için her gün 'iki dakikalık nefret' adıyla program düzenlenir. Bolluk Bakanlığı aracılığıyla halka verilen yiyeceği kıstığı halde arttırmış gibi gösterir. Zaman geçtikçe tüm insanların beynini kontrol altına alır ve amacına ulaşır. Stockholm sendromu tüm ülkeyi sarar ve çok küçük çaptaki baş kaldırılar hariç kimse Büyük Biradere karşı koyamaz.
Doğruluk Bakanlığında çalışan Winston Smith,olanların farkındadır ve bir şekilde direnmek ister. Bir yandan partideki görevine devam ederken diğer yandan da olanlara anlam veremeyip çözüm yolları arar. Evinin yapısından kaynaklanan ve izleme alanının dışında kalan bir yerde günlük tutmaya başlar. Bir yandan yazar,diğer yandan da yazdıklarının boşa gideceğini ve bir gün yakalanacağını düşünür. Bu süreçte partiden kendisi gibi düşünen Julia ve O'Brien ile tanışır. Tabi bu tanışma süreci sıkıntılı geçer. Hem güven sorunu vardır, kimsenin kimseye güvenemeyeceği bir toplum yaratılmıştır.Hem de her yerin izlenmesi insanları tedirgin etmektedir. Kameranın alanı dışında kalan nadir bölgeleri bulup orada buluşan Winston Smith ve Julia sevgili olurlar. Aslında Okyanusya'da aşk da yasaktır. Ama bir şekilde bu olayı sürdürmeye çalışırlar. Elbette yakalanıp buharlaştırılacakları korkusunu hep taşırlar. Nitekim sürpriz olmaz ve yakalanırlar. Sorguya alınıp beyinleri özel tekniklerle kontrol altına alınır ve Büyük Biraderi sevmeleri sağlanıp serbest bırakılırlar. Kitap okurun beklentisine göre bitmez ve okura düşünme payı bırakılır.
1984 günümüzü anlamak için son derece önemli bir yapıttır. Genel bakış açısıyla okuyup gerekli bağdaştırmalar yapıldığında korkunç sonuçlar çıkarmak mümkün. Orwell'ın amacı okurun canını sıkmak,korkutmak veya siyasal bir kaygıya sürüklemek değildir. Amaç düşündürmektir. İzlenen evler,dinlenen telefonlar,suçu olmadan hapse atılan düşünce suçlusu insanlar,tarihi kendince biçimlendiren iktidar sahipleri,savaş çığırtkanlığıyla insanların başka şeyler düşünmesine engel olanlar,sevgi ile herkesi kucakladığını iddia ettiği halde sadece sevdiğini kucaklayan ikiyüzlü politikacılar,fişlenmekten korkarak insan ilişkilerinde en önemli şey olan güveni ortadan kaldıranlar ve buna sebep olan fişçi hükümetler varken Orwell'ın basit bir ütopik roman yazdığını iddia etmek bence hakarettir. Günümüze bir de Orwellca bakmak gerektiğini düşünmeden edemiyorum.
1984 adlı romanda Orwell kötü ütopyanın en güzel örneklerinden birisini vermiştir. Romanda dünya Okyanusya,Avrasya ve Doğu Asya olarak üç kutba ayrılır. Özünde birbirinden pek de farklı olmayan bu üç güç sürekli savaş halindedir. Bu güçlerin dışında ufak özerk bölgeler de vardır ama bunlar sadece savaşa bahane olarak kullanılır. Amaç özerk bölgeleri ele geçirmek değil, savaşın kendisidir. Savaşlar hükümetleri besleyen ve halkı korkutup düşünmekten alıkoyan en iyi yoldur.
Big Brother Okyanusya'nın lideridir. Halkın kurtarıcısı olduğunu değişik metotlarla topluma kabul ettirir. Sonra da kendi dünyasını kurar. Kurduğu dünyada insanlar farklı düşünmek gibi bir özgürlüğe sahip değildir. Her yerde asılı olan 'Büyük Birader Seni İzliyor' yazılı posterler,partinin baskıcı tutumu,buna uymayan insanlara uygulanan ağır cezalar,her yeri izleyecek kapasitede oluşturulmuş kamera sistemi ve daha birçok farklı yöntemle toplum kontrol edilir. Buna ek olarak partinin sloganı da ilgi çekicidir. ' Savaş barıştır. Özgürlük köleliktir. Bilgisizlik güçtür. ' Amaç,insanların beynindeki her şeyi silmek,düşünemeyen ve hissedemeyen tekdüze bir toplum yaratmaktır. Bunu oluşturmak isteyen iktidarın en başta silmesi gereken üç güç vardır: Barış,özgürlük ve bilgi.
Farklı düşünceler barış ortamında yeşerir. Savaş ise insanları tek yumruk yaptığı söylense de çoğu zaman tek düşünceli yapar ki bu, savaşın kendisinden de tehlikelidir.Tabi düşünen insanlara göre böyle. Gücü elinde bulunduranlara göre ise bulunmaz bir nimet. Büyük Birader bu yüzden ülkeyi sürekli savaşa sokar. Savaşlarla ilgilenen Sevgi Bakanlığı ve savaş sonrası tarihi yeniden yazan Doğruluk Bakanlığı vardır. Savaşla insanları bir arada tutmayı başaran Büyük Birader özgürlüğü engellemek içinse ayrıca gayret eder. Her yerde bulunan kameralar,ürkütücü posterler,binaların arasında helikopterle gezerek düşünce suçlusu avına çıkan polisler,partinin görüşlerine ters düşen insanların öldürülmesi gibi özgürlüğü engelleyici unsurlar Okyanusya'yı ayakta tutmak için gerekli gibi gösterilerek insanları gün geçtikçe daha düşünemez hale getirir. Son olarak da bilgiyi yok etme konusunda adımlar atılır. Bilen insana boyun eğdirmek zordur ve bilgili insanın isyan etmesi diğerlerine nazaran daha yüksek ihtimaldir. Bu yüzden bunu engellemek için yenikonuş adıyla bir dil üretilir. Dil olabildiğince kısıtlanır. Dilin sınırlarının düşüncenin de sınırları olduğunu bilen Büyük Biraderin amacı düşünceyi kısıtlamaktır. Ayrıca Doğruluk Bakanlığının sürekli tarihi olayları değiştirmesi de insanların tarihi bilmesini imkansız kılar. Bu şekilde Büyük Birader barış.özgürlük ve bilgiyi yok ederek baskıcı dünyayı kurar. Buna ek olarak medya gücüyle kendisini yüceltir,güce karşı koyanları hain ilan eder. Düşüncelerine karşı çıkan ve gizli bir örgüt olarak çalışan Goldstein ve yandaşları için her gün 'iki dakikalık nefret' adıyla program düzenlenir. Bolluk Bakanlığı aracılığıyla halka verilen yiyeceği kıstığı halde arttırmış gibi gösterir. Zaman geçtikçe tüm insanların beynini kontrol altına alır ve amacına ulaşır. Stockholm sendromu tüm ülkeyi sarar ve çok küçük çaptaki baş kaldırılar hariç kimse Büyük Biradere karşı koyamaz.
Doğruluk Bakanlığında çalışan Winston Smith,olanların farkındadır ve bir şekilde direnmek ister. Bir yandan partideki görevine devam ederken diğer yandan da olanlara anlam veremeyip çözüm yolları arar. Evinin yapısından kaynaklanan ve izleme alanının dışında kalan bir yerde günlük tutmaya başlar. Bir yandan yazar,diğer yandan da yazdıklarının boşa gideceğini ve bir gün yakalanacağını düşünür. Bu süreçte partiden kendisi gibi düşünen Julia ve O'Brien ile tanışır. Tabi bu tanışma süreci sıkıntılı geçer. Hem güven sorunu vardır, kimsenin kimseye güvenemeyeceği bir toplum yaratılmıştır.Hem de her yerin izlenmesi insanları tedirgin etmektedir. Kameranın alanı dışında kalan nadir bölgeleri bulup orada buluşan Winston Smith ve Julia sevgili olurlar. Aslında Okyanusya'da aşk da yasaktır. Ama bir şekilde bu olayı sürdürmeye çalışırlar. Elbette yakalanıp buharlaştırılacakları korkusunu hep taşırlar. Nitekim sürpriz olmaz ve yakalanırlar. Sorguya alınıp beyinleri özel tekniklerle kontrol altına alınır ve Büyük Biraderi sevmeleri sağlanıp serbest bırakılırlar. Kitap okurun beklentisine göre bitmez ve okura düşünme payı bırakılır.
1984 günümüzü anlamak için son derece önemli bir yapıttır. Genel bakış açısıyla okuyup gerekli bağdaştırmalar yapıldığında korkunç sonuçlar çıkarmak mümkün. Orwell'ın amacı okurun canını sıkmak,korkutmak veya siyasal bir kaygıya sürüklemek değildir. Amaç düşündürmektir. İzlenen evler,dinlenen telefonlar,suçu olmadan hapse atılan düşünce suçlusu insanlar,tarihi kendince biçimlendiren iktidar sahipleri,savaş çığırtkanlığıyla insanların başka şeyler düşünmesine engel olanlar,sevgi ile herkesi kucakladığını iddia ettiği halde sadece sevdiğini kucaklayan ikiyüzlü politikacılar,fişlenmekten korkarak insan ilişkilerinde en önemli şey olan güveni ortadan kaldıranlar ve buna sebep olan fişçi hükümetler varken Orwell'ın basit bir ütopik roman yazdığını iddia etmek bence hakarettir. Günümüze bir de Orwellca bakmak gerektiğini düşünmeden edemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder